15 Mayıs 2009 Cuma

"Babil balığı,"dedi
"küçük ve sarı renkli olup sülüğü andırır ve büyük olasılıkla Evrendeki en garip şeydir.Taşıyıcısından değil,onun çevresindekilerden aldığı beyin-dalgası enerjisiyle beslenir.Besinini sağlamak için bu beyin-dalgası enerjisindeki bütün bilinçaltı zihinsel frekanslarıyla,beynin onları üreten konuşma merkezlerinden alınan sinir sinyallarinin bir karışımından oluşan telepatik bir matriks atar.
Bütün bunların pratik sonucu şudur:

Kulağınıza bir babil balığı soktuğunuzda herhangi bir dilde söylenen her şeyi anında anlarsınız.Aslında duydugunuz konuşma şablonları,babil balığı tarafından beyninize aktarılan beyin-dalgası matrikslerini çözümler.

"Şaşkınlık uyandıracak kadar yararlı bir şeyin tamamen şans eseri evrimleşmesi öyle tuhaf ve öyle olanaksız bir rastlantıdır ki bazı düşünürler bunu Tanrı'nın var olmadığının nihai ve sağlam bir kanıtı olarak görür.

"Bu sav şuna benzer bir şeydir: 'Ben var olduğumu kanıtlamayı reddediyorum,'der Tanrı,'çünkü kanıt inancı yadsır ve inanç olmadan ben bir hiçim.'


"Ama,'der Kişi, 'Babil balığı tamamen bedavadan,öyle değil mi?Şans eseri evrimleşmiş olamaz. O senin var olduğunun kanıtıdır,öyleyse kendi savınla senin var olmadığın kanıtlanıyor.

" 'Vay canına,'der Tanrı, 'bunu hiç düşünmemiştim. 've o anda bir mantık dumanı içinde puf diye kaybolur.

" 'Ah,bu kolaydı," der kişi ve zaferinin ardından bir bis yapmak adına siyahın beyaz olduğunu kanıtlamaya girişir ve bir sonraki yaya geçidinde canından olur.

"Pek çok önde gelen teolog bu savın bir yığın saçmalıktan ibaret olduğunu iddia eder,ama bu,konuyu en çok satanlar listesinde başı çeken kitabı İşte Bu Tanrı'nın Defterini Dürer'de ana tema olarak kullanılan Oolon Collupid'in küçük bir servet elde etmesine engel olamamıştır.

"Bu sırada zavallı Babil balığı farklı ırklar ve kültürler arasındaki bütün iletişim engellerini etkili bir biçimde ortadan kaldırarak ,yaratılış tarihindeki diğer her şeyden çok daha fazla kanlı savaşlara neden olmuştur."
AZ ÖNCE OLDUKÇA SIKICI BİR OYUN SEYRETMİŞ OLAN KALABALIK,AZ ÖNCE SPOR TARİHİNİN EN DRAMATİK OLAYINI KAÇIRDIĞINA İNANAN BİR GRUPTAN ÇOK DAHA TEHLİKELİDİR.
Işıklar,kafaların birbirine bakmasını engellemek için söndürülmüştü,çünkü son zamanlarda iki kafasının da özellikle göz okşayıcı bir görüntüsü olduğu söylenemezdi ve ruhunun derinliklerine bakma hatası yaptığından beri böyleydi.

Bunu yapması gerçekten de bir hataydı.
Gecenin geç bir vaktiydi-kuşkusuz.
Zor bir gün geçirmişti-kuşkusuz.
Geminin ses sisteminde içli bir müzik çalmaktaydı-kuşkusuz.
Ve kuşkusuz bir parçada sarhoştu.
Diğer bir deyişle,kişinin ruhunun derinliklerine bakma nöbetine sokacak bütün şartlar mevcuttu,ama yaptığı yinede kesinlikle hataydı.
"Şey ,sadece bir nokta beşmilyonun biraz üzerinde bir zamandan beri,"dedi Marvin hafiften çalım satarak."Bana hiç sıkılıp sıkılmadığımı da sor, haydi sor."
Şilte sordu.
Marvin soruyu duymazdan geldi ve yorucu yürüyüşünü biraz daha önemseyerek turuna devam etti.

"Bir keresinde bir konuşma yapmıştım,"dedi birdenbire ve konuyla hiçbir bağlantısı olmaksızın."Bu konuyu durup duruken niye açtığımı hemen anlayabilirsin,ama bunun nedeni beynimin olay yaratacak kadar hızlı çalışıyor olmasından ve kabaca bir hesaplamayla senden otuz milyar defa daha zekiyim.Dur sana bir örnek vereyim.
Bir sayı düşün,herhangi bir sayı."

"Eee,beş,"dedi şilte.
"Yanlış,"dedi Marvin."Gördün mü?"
Evren gibi sonsuz büyüklükteki bir ortamda hayal edilebilecek şeylerin çoğu ve hayal edilmese daha iyi olacak pek çok şey bir yerdeki toprakta yetişiyordu.
Başka bir dünya,başka bir gün,başka bir şafak.
Sabahın erken saatlerinin gümüş rengi incecik ışıkları sessizce belirmeye başlamıştı.

Patlayan milyarlarca trilyon tonluk süpersıcak hidrojen çekirdeği yavaşça ufukta yükselerek küçük,soğuk ve hafif nemli görünmeyi başardı.

Işığın adeta yüzdüğü her şafak vaktinde büyülü bir olasılık anı vardır.
Yaradılış tam o sırada nefesini tutmuştur.


....on dört saat sonra güneş ümitsizlik ve tam bir boşa kürek çekme duygusu içinde karşı ufkun ardına çekildi...
Arthur'a sanki tüm gökyüzü ansızın kenara çekilip geçmesine izin vermiş gibi gelmişti.
Kendi beyninin atomlarıyla kosmosun atomları birbirleri arasında akıyormuş gibi gelmişti.
Evrenin rüzgarıyla savruluyormuş ve o rüzgar kendisiymiş gibi gelmişti.
Kendisi evrendeki düşüncelerden biri,evren ise kendisinin düşüncesiymiş gibi gelmişti.
....hiper-imkansiz neden yüzünden değildi.Herhangi bir şeyi görümez yapmak için gerekli olan teknoloji öylesine sonsuz bir karmaşaydıki bir şeyi görünmez yapmaktansa o şeyi ortadan kaldırıp onsuz yaşamak bir trilyonun,dokuzyüz doksandokuz milyar dokuzyüz doksandokuz milyon dokuzyüz doksandokuz bin dokuzyüz doksandokuzu kadar daha kolay ve daha etkili bir yöntemdi.
Üstelik beni bir gezegenin yok edilişini görmekten daha çok üzen bir şey yok.Yok edilirken üzerinde olmak dışında.
Arthur başını iki yana kaldırıp salladı ve oturdu.Sonra başını kaldırıp yukarı baktı.
"Kesin ölmüşsündür diye düşünmüştüm..."dedi kısaca.

"Bir süre ben de öyle düşünmüştüm,"dedi Ford,"sonra birkaç hafta boyunca bir limon olduğuma karar verdim.Bu zaman içinde bir cin toniğe dalıp çıkarak kendimi oyalayıp eğlendirdim."

"Yani sen," dedi, "nerede...?"

"Cin tonik buldum?"diye Arthur'un sözünü zekice kesti Ford,"kendini cin tonik sanan ufak bir göl buldum ve ona dalıp çıktım.Yani en azından ben onun kendisini cin tonik sandığını düşünüyordum."
Herhangi bir sorunu çözmenin en önemli koşulu,dedi kendi kendisine,onu farketmektir.
...ümitsizce uzaklaştırılmış bir toprak parçası idi ki,adeta terkedilmiş bir çocuğun beyni üzerindeki psikolojik yaraların bir haritasını andırıyordu.
Kendinizi ansızın,beklenmedik şekilde değişik bir kültürü,yaşamla ilgili değişik temek yaklaşımları bulunan,üstelik mimariside inanılmaz biçimde sıkıcı ve anlamsız olan bir dünya da bulduğunuzda herhangi bir şeyin ne işe yaradığını anlamak çok zor bir şeydi.
"Sen olmadan,"dedi "yaşam çok daha az tuhaf olacak!"
"Peki göremediğim bir şeyi bana göstermenin anlamı ne?"

"Bunun amacı bir şeyi yalnızca gördüğümüz için orada olması gerekmediğini öğrenmemiz.Aynı şekilde bir şeyi görememeniz de onun orada olmadığı anlamına gelmeyeceği gibi.

Herşey sizin algılama duygularınızın sizin dikkatinizi neye çekebildiğine bağlı."
Randon ansızın durdu ve öfkeden kararmış yüzünü ona çevirdi. Saationa uzatarak;

"Bunun da ait olduğu bir yer olabileceğini anlamıyoryosun,değilmi?İşe yaradığı bir yer olduğunu?

Uyum sağladığı bir yer olduğunu?"
İlk ay,birbirlerini anlamaları biraz güç oldu.

İkinci ay birbirleri hakkında birinci ay içinde öğrendikleri konularda anlaşabilmeleri çok kolaylaşmıştı...
Sandviç yapma işinin,çok az kimsenin vakit bulup derinlemesine araştırmasını yapabildiği sanatsal bir yönü vardı.
Garip günlerde yaşıyoruz!

Yaşadığımız yerler de öyle:herbiri kendimize ait bir evren içinde.Evrenlerimizi doldurduğumuz kişiler ise kendi evrenimizle kesişen bütün diğer evrenlerin gölgeleri.Bu sonu gelmez tekrarların,şaşkınlık verici karmaşıklığına bakıp da "Oh, selam Ed! Ne güzel yanmışsın.Carol nasıl?"diye sorabilmek,tüm bilinçli varlıkların geliştirmek zorunda oldukları bir eleyicilik yeteneği gerektirir.Bu,tıklım tıklım doldurdukları ve içinde yuvarlanıp gittikleri karmaşanın düşüncelerine dalıp gitmekten kendilerini kurtarabilmek için gereken bir yetenektir.Onun için bırakın çocuğunuz rahat bir nefes alsın, tamam mı?

Kısmen Çıldırmış Bir Evrende Ebeveynlik Pratiği'inden alıntıdır.

11 Mayıs 2009 Pazartesi

"insandan zaten ne beklenebilir ki?

yeryüzünün bütün nimetlerini başından aşağı dökün, onu gırtlagına kadar mutluluga batırın; öyle batırın ki, mutluluğun yüzeyine kabarcıklar yükselsin. ona, yatıp uyumaktan, bütün gün kurabiye yemekten ve insan soyunun devamını getirmekten başka bir sey yapmasına gerek kalmayacak parasal gelir saglayın...

iste bu insan, sırf nankörlüğünden ve rezillige olan egiliminden dolayı, size ayaküstü bir oyun oynayacaktır: bu olumlu ve akıllı davranışınızın içine, sırf kendi uğursuz ve başına beladan baska bir sey getirmeyecek hayalperest yanını sokacaktır. kurabiyeleri kaybetmeyi göze alacak, oraya buraya koca burnunu sokacak, hatta belki de en olmayacak belanın, en berbat ekonomik durumun başına gelmesini isteyecektir.

özellikle de hayallerinden, hayalperest saplantılarından ve o kalın kafalılığından asla vazgeçmek istemeyecektir."

dogru mudur? bence dogrudur. o zaman, noktadır.

F.M.D.
.....
uzun bir nehirdir satranç
kıvrak ve uzatarak boynunu
nice güneş batışını yerinde görmüş boynunu
oysa veba tarihçileri bilmemişlerdir
her karenin bir karşıveba girişimi olduğunu



göğe bezgin bakanların bir türlü öğrenemediği
bir oyundur satranç



evet ilk aşk gibi bir şeydir ilk açılış
artık dönüş yoktur
kuşku bağışlanmasa da
tedirginlik doğal sayılabilir
ancak


yürümenin dışında bütün eylemlerin adı
kaçış kaçış kaçıştır....

....

8 Mayıs 2009 Cuma

Galaksimizin haritası bile çizilmemiş ücra bir köşesinde, pek fazla bilinmeyen Batı Sarmalı kolunda gözden ırak, küçük, sarı bir güneş vardır. Bu güneşin yörüngesinde, aşağı yukarı doksaniki milyon mil uzaklıkta, pek göze batmayan yeşil-mavi bir gezegen vardır. Bu gezegende yaşayan maymundan türemiş yaşam biçimleri o kadar ilkeldirler ki, dijital saatlerin çok parlak bir buluş olduğunu düşünürler hala. Bu gezegenin şöyle bir derdi vardır – ya da daha doğrusu vardı- : üzerinde yaşayanların büyük bir bölümü yaşamlarının büyük bir bölümünde mutsuzdular. Bu soruna birçok çözüm önerildi, fakat çözümlerin çoğu küçük yeşil kağıt parçalarının hareketlerine ilişkindi. Bu da çok saçmaydı çünkü eninde sonunda mutsuz olan küçük kağıt parçaları değildi.

Böylece sorun varlığını sürdürdü; insanların çoğu rahatsızdı, bir çoğu da sefil, dijital saati olanlar bile.

Herşeyden önce, ağaçlardan inmekle büyük bir yanlış yaptıklarını düşünenlerin sayısı günden güne artıyordu. Bazıları ise aslında ağaçların bile kötü bir yer olduğunu, okyanusları terketmemiş olmaları gerektiğini söylüyorlardı.

Sonra, adamın birinin sadece değişiklik olsun diye, insanlara iyi davranmanın ne kadar hoş olabileceğini söylediği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık olarak ikibin yıl sonra, bir Perşembe günü, Rickmosworth’da küçük bir kafede yalnız başına oturan bir kız, birdenbire bütün bu zaman içinde ters giden şeyin ne olduğunu kavrayıverdi. Artık kız dünyanın nasıl iyi ve mutlu bir yer haline getirilebileceğini biliyordu. Bu kez doğruydu, bu çözüm işleyecek ve kimsenin bir yerlere çivilenmesi gerekmeyecekti.

Ama ne yazıktır ki, bir telefon bulup birilerine bundan sözedemeden korkunç, aptal bir felaket meydana geldi ve fikir sonsuza dek yitip gitti. Bu o kızın öyküsü değil.”

18 Nisan 2009 Cumartesi

Katalanların gururu, barcelonaya gitme nedeni,eserlerine bakıpta inançların sorgulandığı insanlardan biri.

Uzaylıda olabilir.

Benim tahayyül bile edemeyecegim şeyleri,dalga geçercesine inşaa etmeye başlıyor.

Ve diğer dahiler gibi kara mizahmı desem kaderin cilvesimi desem gereksiz derecede yüz kaslarını calıştıran bi ölümle sonlandırdığı için Tanrı'nın gene ne kadar garip bi espri anlayışı olduğunu düşünüyorum.

Rivayete göre yaptığı esere aşagıdan yukarıya bakarak geri geri açılma sureti ile bi tramvayın altında 23485 parça olarak yanaşmıştır azrail ona.
Cesetini tanıyamadıkları için pek de önemsememişlerdir o esnada

Büyük bir rus yazarın karısına kızdıktan sonra bir tren istasyonunda soguktan donarak ölmeside böyle bir şeydir.

Ha yazının başında yer yön yıl gibi esas adamımızın şahsi bilgilerini vermedim.
Ama siz zaten biliyordunuz tüm bunları ?
Tarihe tuhaf harflerle kazınmış İspanyol Mimar Antoni Gaudi dir
haydi hoşçakalın.
En ünlü eseri ise hayatını adadığı, yapımı halen süren Sagrada Familia kilisesidir. Gaudi, 1882’de F. del Villar tarafından yapımına başlanan bu kiliseyi tamamlama işini 1883’de üzerine aldı. Gittikçe daha fazla zamanını bu esere ayıran Gaudi, 1908’de başka proje almayı bıraktı ve 1926’da ölümüne kadar sadece Sagrada Familia ile uğraştı. Gaudi, tüm mimari bilgisini karmaşık semboller sistemi ve inancın gizemlerine ilişkin görsel açıklamalarla birleştirerek bir 20. yy. katedrali yaratmayı arzuluyordu. Sadece tüm enerjisini esere ayırmakla kalmadı, stüdyosunu da inşaata taşıdı. 7 Temmuz 1926’da, 74 yaşında bir trafik kazası sonucu öldü ve Sagrada Familia'ya gömüldü.

(vikipedi)
La Pedrera
Antoni Gaudi'nin
Vicens ailesi için 1883-1888 tarihlerinde yaptığı Barselona’daki Casa Vicens adlı yazlık ev

17 Nisan 2009 Cuma

Bu şarkı(evet bu birşarkı)
"Brazaville-Baltic Sea "

Tüm yalnız ve kendini yalnız hissedenlere gelsin.
Benim aklıma hep dolunay obruk(milka emjoyla maceraya katıldaki msgsülü cici abla) gelsede(neden oldugunu bilmediginiz ama hep öyle olan anlamsız şeyler) çok yalnız hissediyorum kendimi,


çok.

15 Nisan 2009 Çarşamba

"buraya kendi yüceliğinizi keşfetmek için bireysel planlarla geldiniz yüceliğiniz şeytanın yüzünü görmemekten geçmiyor. ne şeytan var ne de cehennem. kendi kurtuluşunuz, kendinizi gerçekleştirememenin sarhoşluğundan ayılmakla mümkün. bu savaşı kaybetmeniz mümkün değil. zaten bu bir savaş değil, bir süreç."
"dünyadaki göreviniz öğrenmek değil (çünkü zaten biliyorsunuz) hatırlamaktır."
''sozcukler en zayif iletisim aracidir. yanlis yorumlamaya, yanlis anlasilmaya en acik olanidir. neden mi boyle? sozcuklerin dogasindan. sozler yalnizca gurultulerdir; duygularin, dusuncelerin, deneyimlerin yerini alan gurultuler. semboller, isaretler...gercekler degil...`

9 Nisan 2009 Perşembe

Galaksi Tarihi bir çok sebepten ötürü biraz karışmış durumda:kısmen onun kaydını tutmaya çalışanların kafaları da bir parça karışmış olduğu için,ama kısmen de zaten çok karmaşık bir takım olaylar gelişmekte olduğundan.

Sorunlardan biri,ışık hızı ve bu hızı aşmaya çalışırken karşılaşılan güçlükler.Çünkü bunu başarmamız mümkün değil.Hiçbir şey ışık hızından daha hızlı yol alamaz.Bu konuda tek ayrıcalık,kendi özel kanunlarımızdan başkasını tanımayan kötü haberler olabilir.Arkintoofle Minor halkını oluşturan Hingefree'ler bu noktadan hareket ederek,kötü haber gücüyle çalışacak uzay gemileri inşa etmeye çalışmışlar ,ama bunda pek de başarılı olamamışlardı.Çünkü gemiler vardıkları her yerde öylesine kötü karşılanıyorlardı ki,oraya varmış olmalarının hiçbir anlamı kalmıyordu.
Bu yüzden genel olarak Galaksi halkı yerel karmaşaları içinde tembelleşme eğilimine girdiler ve uzunca bir süre,Galaksi Tarihi daha çok Evrenin oluşumu ve doğası ile ilgili bir anı olarak kaldı.
...
Günaydın Colomb!
Bunlar bana annemin amerikanın çokdan keşfedildiğini hatırlatan sözleri.

Ama biri size elmayla bisiklet arasındaki farkı söylerse nefes almanın ne anlamı kalır
Bisikleti ısırır ve elmaya binersem farkı o zaman anlarım.Ama ne yapacağımı düşünmek beni yapmaktan daha fazla yoruyor...
(Arizona Dream)

29 Mart 2009 Pazar

Tanrım beni bilmem gerekmeyen şeyleri öğrenmekten koru.Hatta bilmediğim şeyler olduğunu öğrenmekten de koru.Öğrenmeye karar verdiğim şeyler olduğunu öğrenmemeye karar verdiğimi bilmekten koru.


Tanrım,Tanrım beni yukarıda ki durumun sonuçlarından koru.
"Ben senin önünde yere kapanmadım" dedi."Çektiği acılara rağmen inancını kaybetmeyen bütün insanların önünde eğildim"
Raskolnikov'un gözlerinden sel gibi yaşlar boşandı.
"Tanrım sana şükürler olsun
Beni affet!
Düşünemedim
Lazar'ı dirilten,Raskolnikov'u niçin diriltemesin?Mesih'e o günü veren sensin!Mesih senin mucizendi..."
Birbirinden farklı bir çok hayat mertebeleri vardır.Balıklar,sadece deniz hayvanlarını tanır;denizin dışında bir hayat olacağını tasavvur edemezler.Denize dalan yani dış dünyadan gelen,bir balık adam gördükleri zaman şaşırır;"Bu hortlak da nereden çıktı"derler.İşte başka dünyadan gelenler için,biz de buna benzer sözlerle hayretimizi ifade ederiz.Diyeceksiniz ki "Horlak gördüğünü söyleyen kişiler hasta kimselerdir"
Bak,buna itiraz edemem. Neden? Çünkü hasta kimseler bu dünya bağını gevşetmiş insanlardır.
Böylece duyguları başka dünyanın varlıklarını algılayabilecek duruma gelmiştir.Sağlıklı insanlar bu dünya hayatına sarılmışlardır.Ancak öldükleri zaman ruh penceresinden bakabilirler.
Bazen bir toplulukta, iradeniz dışında, tamamen hislerinize ve içgüdülerinize uyarak birine yakınlık duyar;onunla dost olmak istersiniz.

21 Mart 2009 Cumartesi


“Ancak tükenmişsek artık, acı çekme yetimizin sonuna kadar acı çekmişsek ve yaşamın bütününü kor gibi yakan tek bir yara olarak duyumsuyorsak, eğer çaresizlik soluyorsak ve umutsuzluğun ölümlerini hissetmişsek işte o zaman okumalıyız Dostoyevski’yi. Ancak tükenmişlikten ötürü yapayalnız kalmışsak ve yaşama felce uğramışçasına bakıyorsak, o yaşamı artık vahşi, güzel acımasızlığıyla kavrayamıyorsak ve ondan artık hiçbir şey almak istemiyorsak, işte o zaman bu korkunç ve görkemli yazarın müziğine açığız demektir... Ancak o zaman onun korkutucu ve çoğu zaman da cehennemden farksız dünyasının olağanüstü anlamını yaşayabiliriz...” (Hermann Hesse)

20 Mart 2009 Cuma

Otostopçunun Galaksi Rehberi'nin havlular konusunda söyleyecek bir çift sözü bulunmaktadır.

Bir havlu,der,yıldızlararası seyahat eden bir otostopçunun neredeyse sahip olabileceği en işe yarar şeydir.Bir kere pratikte büyük bir değeri vardır-Jaglan Beta'nın soğuk aylarında yol alırken ısınmak için ona sarılabilirsiniz;Santraginus V'in ışıl ışıl mermer kumsallarında baş döndürücü deniz buharını içinize çekerken üzerine yatabilirsiniz;çöl dünyası Kakrafoon'un kıpkırmızı ışıldayan yıldızlarının altında onu üzerinize örtüp uyuyabilirsiniz;ağır ağır akan Moth ırmağı üzerinde seyrederken mini salınıza yelken yapabilirsiniz;yumruk yumruğa dövüşlerde kullanmak üzere ıslatabilirsiniz;zehirli gazlardan korunmak ya da Traal'ın Kurt gibi acıkmış Çırtlak Canavarı'nın bakışlarından(aşırı aptal bir hayvandır,onu göremiyorsanız sizi görmediğini sanır ve sizi görmez-ot kadar aptal,ama çok çok açtır)kaçmak için başınıza sarabilirsiniz;acil durumlarda havlunuzu imdat işareti olarak sallayabilirsiniz ve tabii ki,hala yeterince temiz görünüyorsa onunla kurulanabilirsiniz.

Daha önemlisi bir havlu büyük psikolojik değere sahiptir. Herhangi bir sebeple ,şuursuz bir gezgin(şuursuz gezgin:otostopçu olmayan)bir otostopçunun yanında havlusunun olduğunu fark ederse,otomatik olarak bir diş fırçası,yüz koruyucu maske,sabun,bir kutu bisküvi,termos,pusula,harita,bir yumak ip,sivrisinek ilacı,yağmurluk,uzay giysisi vs. vs. olduğunuda varsayacaktır.Üstelik bunun da ötesinde o şuursuz gezgin bunlardan herhangi birini veya otostopçunun kazara "kaybetmiş" olabileceği bir düzine başka eşyayı ona seve seve ödünç verecektir.Çünkü o şuursuz gezgin,otostopla galaksiyi kat eden,yalnızca temel ihtiyaçlarını gidererek zorlu şartlarda yaşayan,korkunç tehlikelerle savaşıp galip gelen ve hala havlusunun yerini bilen birinin hiç şüphesiz baş etmesi güç biri olduğunu düşünecektir.

23 Ocak 2009 Cuma

Acaba?

Oda diğerleri gibiydi ama onu farklı kılan ben olucaktım yani öyle olmalı diye düşüyorum...

Yandaki spiralleri onu biraz daha kullanışlı, isteksizde olsa kabul edilesi kılıyordu ve bende onu seçtim.Belli belirsiz yontma taş devrinin bir hatırası gibi "2009" yazıyordu üst kısmında.
İçersinde ilgi çekici birşeyler bulabilirim diye düşündüm. Ya da ne biliyim hepsinde olmayan(maliyeti arttırdıgından olsa gerek)dünya haritası vardır belki dedim.
Yoktu
İçim burkuldu
Neden yoktu?
Niye yoktu?
Olmalıydı 20X15 kuşe kagıdına olmasada bir kağıttan bakıp ileride gezmeyi, gitmeyi, görmeyi hayal ettiğim ülkere bakıcaktım. Her seferinde Türkiyeyi arayıp "acaba neresine denk geliyor?(kuzey, güney, dogu ,batı)acaba kaç saat sürer?acaba oralarda havalar nasıldır?".diye sorular soracaktım kendime.
"Şimdi oralardada var mıdır acaba benim gibi dünya haritasına bakan daha önce aynı şeyleri oda düşünen iç geçiren hayaller kuran var mıdır acaba? diyecektim kendi kendime.
Ama bunlar henüz olmayan birdünya haritası üzerine olan düşüncelerimdi...(ah bir olsa)
"Madem dünya haritası yok bari 2009 yılı takvine bakayım" dedim.
Yeni sevimsiz ajandamda...

Herkesin bir kaç dakikadan sonra aklına gelen şeyi yaptım
"Bu yıl doğum günüm hangi güne geliyor acaba?" dedim.(içimden)
Salı!
Benim içim anlamı yoktu salının.
Çarsamba, perşembe, cumartesi, pazar ve pazartesi gibi bir gündü,
Sıradan, olması gerektiğinden farklı olmayan.
Cuma da öyleydi aslında ama cuma daha garip daha yaşanası bir gün gibi gelirdi hep...
Belkide benim yaşadığım tatillerin başlangıç günü olduğundandır.
Bilmiyorum...
.... ama onu ayrı tutuyorum diğer günlerden.

Bugün kulağımın hiç bir şarkıya 1dk 15 saniyeden fazla tahammülü yok özelliklede en sevdiklerime...
Omurgamda dinlenmek istiyor bu yüzden sık sık yatma isteği duyuyorum.
Şimdi diyorum yatsam ve "6 agustos 2009" a kadar uyusam.
Uyandığımda Salı gününü de sever miyim acaba?