8 Mayıs 2009 Cuma

Galaksimizin haritası bile çizilmemiş ücra bir köşesinde, pek fazla bilinmeyen Batı Sarmalı kolunda gözden ırak, küçük, sarı bir güneş vardır. Bu güneşin yörüngesinde, aşağı yukarı doksaniki milyon mil uzaklıkta, pek göze batmayan yeşil-mavi bir gezegen vardır. Bu gezegende yaşayan maymundan türemiş yaşam biçimleri o kadar ilkeldirler ki, dijital saatlerin çok parlak bir buluş olduğunu düşünürler hala. Bu gezegenin şöyle bir derdi vardır – ya da daha doğrusu vardı- : üzerinde yaşayanların büyük bir bölümü yaşamlarının büyük bir bölümünde mutsuzdular. Bu soruna birçok çözüm önerildi, fakat çözümlerin çoğu küçük yeşil kağıt parçalarının hareketlerine ilişkindi. Bu da çok saçmaydı çünkü eninde sonunda mutsuz olan küçük kağıt parçaları değildi.

Böylece sorun varlığını sürdürdü; insanların çoğu rahatsızdı, bir çoğu da sefil, dijital saati olanlar bile.

Herşeyden önce, ağaçlardan inmekle büyük bir yanlış yaptıklarını düşünenlerin sayısı günden güne artıyordu. Bazıları ise aslında ağaçların bile kötü bir yer olduğunu, okyanusları terketmemiş olmaları gerektiğini söylüyorlardı.

Sonra, adamın birinin sadece değişiklik olsun diye, insanlara iyi davranmanın ne kadar hoş olabileceğini söylediği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık olarak ikibin yıl sonra, bir Perşembe günü, Rickmosworth’da küçük bir kafede yalnız başına oturan bir kız, birdenbire bütün bu zaman içinde ters giden şeyin ne olduğunu kavrayıverdi. Artık kız dünyanın nasıl iyi ve mutlu bir yer haline getirilebileceğini biliyordu. Bu kez doğruydu, bu çözüm işleyecek ve kimsenin bir yerlere çivilenmesi gerekmeyecekti.

Ama ne yazıktır ki, bir telefon bulup birilerine bundan sözedemeden korkunç, aptal bir felaket meydana geldi ve fikir sonsuza dek yitip gitti. Bu o kızın öyküsü değil.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.