15 Mayıs 2009 Cuma

"Babil balığı,"dedi
"küçük ve sarı renkli olup sülüğü andırır ve büyük olasılıkla Evrendeki en garip şeydir.Taşıyıcısından değil,onun çevresindekilerden aldığı beyin-dalgası enerjisiyle beslenir.Besinini sağlamak için bu beyin-dalgası enerjisindeki bütün bilinçaltı zihinsel frekanslarıyla,beynin onları üreten konuşma merkezlerinden alınan sinir sinyallarinin bir karışımından oluşan telepatik bir matriks atar.
Bütün bunların pratik sonucu şudur:

Kulağınıza bir babil balığı soktuğunuzda herhangi bir dilde söylenen her şeyi anında anlarsınız.Aslında duydugunuz konuşma şablonları,babil balığı tarafından beyninize aktarılan beyin-dalgası matrikslerini çözümler.

"Şaşkınlık uyandıracak kadar yararlı bir şeyin tamamen şans eseri evrimleşmesi öyle tuhaf ve öyle olanaksız bir rastlantıdır ki bazı düşünürler bunu Tanrı'nın var olmadığının nihai ve sağlam bir kanıtı olarak görür.

"Bu sav şuna benzer bir şeydir: 'Ben var olduğumu kanıtlamayı reddediyorum,'der Tanrı,'çünkü kanıt inancı yadsır ve inanç olmadan ben bir hiçim.'


"Ama,'der Kişi, 'Babil balığı tamamen bedavadan,öyle değil mi?Şans eseri evrimleşmiş olamaz. O senin var olduğunun kanıtıdır,öyleyse kendi savınla senin var olmadığın kanıtlanıyor.

" 'Vay canına,'der Tanrı, 'bunu hiç düşünmemiştim. 've o anda bir mantık dumanı içinde puf diye kaybolur.

" 'Ah,bu kolaydı," der kişi ve zaferinin ardından bir bis yapmak adına siyahın beyaz olduğunu kanıtlamaya girişir ve bir sonraki yaya geçidinde canından olur.

"Pek çok önde gelen teolog bu savın bir yığın saçmalıktan ibaret olduğunu iddia eder,ama bu,konuyu en çok satanlar listesinde başı çeken kitabı İşte Bu Tanrı'nın Defterini Dürer'de ana tema olarak kullanılan Oolon Collupid'in küçük bir servet elde etmesine engel olamamıştır.

"Bu sırada zavallı Babil balığı farklı ırklar ve kültürler arasındaki bütün iletişim engellerini etkili bir biçimde ortadan kaldırarak ,yaratılış tarihindeki diğer her şeyden çok daha fazla kanlı savaşlara neden olmuştur."
AZ ÖNCE OLDUKÇA SIKICI BİR OYUN SEYRETMİŞ OLAN KALABALIK,AZ ÖNCE SPOR TARİHİNİN EN DRAMATİK OLAYINI KAÇIRDIĞINA İNANAN BİR GRUPTAN ÇOK DAHA TEHLİKELİDİR.
Işıklar,kafaların birbirine bakmasını engellemek için söndürülmüştü,çünkü son zamanlarda iki kafasının da özellikle göz okşayıcı bir görüntüsü olduğu söylenemezdi ve ruhunun derinliklerine bakma hatası yaptığından beri böyleydi.

Bunu yapması gerçekten de bir hataydı.
Gecenin geç bir vaktiydi-kuşkusuz.
Zor bir gün geçirmişti-kuşkusuz.
Geminin ses sisteminde içli bir müzik çalmaktaydı-kuşkusuz.
Ve kuşkusuz bir parçada sarhoştu.
Diğer bir deyişle,kişinin ruhunun derinliklerine bakma nöbetine sokacak bütün şartlar mevcuttu,ama yaptığı yinede kesinlikle hataydı.
"Şey ,sadece bir nokta beşmilyonun biraz üzerinde bir zamandan beri,"dedi Marvin hafiften çalım satarak."Bana hiç sıkılıp sıkılmadığımı da sor, haydi sor."
Şilte sordu.
Marvin soruyu duymazdan geldi ve yorucu yürüyüşünü biraz daha önemseyerek turuna devam etti.

"Bir keresinde bir konuşma yapmıştım,"dedi birdenbire ve konuyla hiçbir bağlantısı olmaksızın."Bu konuyu durup duruken niye açtığımı hemen anlayabilirsin,ama bunun nedeni beynimin olay yaratacak kadar hızlı çalışıyor olmasından ve kabaca bir hesaplamayla senden otuz milyar defa daha zekiyim.Dur sana bir örnek vereyim.
Bir sayı düşün,herhangi bir sayı."

"Eee,beş,"dedi şilte.
"Yanlış,"dedi Marvin."Gördün mü?"
Evren gibi sonsuz büyüklükteki bir ortamda hayal edilebilecek şeylerin çoğu ve hayal edilmese daha iyi olacak pek çok şey bir yerdeki toprakta yetişiyordu.
Başka bir dünya,başka bir gün,başka bir şafak.
Sabahın erken saatlerinin gümüş rengi incecik ışıkları sessizce belirmeye başlamıştı.

Patlayan milyarlarca trilyon tonluk süpersıcak hidrojen çekirdeği yavaşça ufukta yükselerek küçük,soğuk ve hafif nemli görünmeyi başardı.

Işığın adeta yüzdüğü her şafak vaktinde büyülü bir olasılık anı vardır.
Yaradılış tam o sırada nefesini tutmuştur.


....on dört saat sonra güneş ümitsizlik ve tam bir boşa kürek çekme duygusu içinde karşı ufkun ardına çekildi...
Arthur'a sanki tüm gökyüzü ansızın kenara çekilip geçmesine izin vermiş gibi gelmişti.
Kendi beyninin atomlarıyla kosmosun atomları birbirleri arasında akıyormuş gibi gelmişti.
Evrenin rüzgarıyla savruluyormuş ve o rüzgar kendisiymiş gibi gelmişti.
Kendisi evrendeki düşüncelerden biri,evren ise kendisinin düşüncesiymiş gibi gelmişti.
....hiper-imkansiz neden yüzünden değildi.Herhangi bir şeyi görümez yapmak için gerekli olan teknoloji öylesine sonsuz bir karmaşaydıki bir şeyi görünmez yapmaktansa o şeyi ortadan kaldırıp onsuz yaşamak bir trilyonun,dokuzyüz doksandokuz milyar dokuzyüz doksandokuz milyon dokuzyüz doksandokuz bin dokuzyüz doksandokuzu kadar daha kolay ve daha etkili bir yöntemdi.
Üstelik beni bir gezegenin yok edilişini görmekten daha çok üzen bir şey yok.Yok edilirken üzerinde olmak dışında.
Arthur başını iki yana kaldırıp salladı ve oturdu.Sonra başını kaldırıp yukarı baktı.
"Kesin ölmüşsündür diye düşünmüştüm..."dedi kısaca.

"Bir süre ben de öyle düşünmüştüm,"dedi Ford,"sonra birkaç hafta boyunca bir limon olduğuma karar verdim.Bu zaman içinde bir cin toniğe dalıp çıkarak kendimi oyalayıp eğlendirdim."

"Yani sen," dedi, "nerede...?"

"Cin tonik buldum?"diye Arthur'un sözünü zekice kesti Ford,"kendini cin tonik sanan ufak bir göl buldum ve ona dalıp çıktım.Yani en azından ben onun kendisini cin tonik sandığını düşünüyordum."
Herhangi bir sorunu çözmenin en önemli koşulu,dedi kendi kendisine,onu farketmektir.
...ümitsizce uzaklaştırılmış bir toprak parçası idi ki,adeta terkedilmiş bir çocuğun beyni üzerindeki psikolojik yaraların bir haritasını andırıyordu.
Kendinizi ansızın,beklenmedik şekilde değişik bir kültürü,yaşamla ilgili değişik temek yaklaşımları bulunan,üstelik mimariside inanılmaz biçimde sıkıcı ve anlamsız olan bir dünya da bulduğunuzda herhangi bir şeyin ne işe yaradığını anlamak çok zor bir şeydi.
"Sen olmadan,"dedi "yaşam çok daha az tuhaf olacak!"
"Peki göremediğim bir şeyi bana göstermenin anlamı ne?"

"Bunun amacı bir şeyi yalnızca gördüğümüz için orada olması gerekmediğini öğrenmemiz.Aynı şekilde bir şeyi görememeniz de onun orada olmadığı anlamına gelmeyeceği gibi.

Herşey sizin algılama duygularınızın sizin dikkatinizi neye çekebildiğine bağlı."
Randon ansızın durdu ve öfkeden kararmış yüzünü ona çevirdi. Saationa uzatarak;

"Bunun da ait olduğu bir yer olabileceğini anlamıyoryosun,değilmi?İşe yaradığı bir yer olduğunu?

Uyum sağladığı bir yer olduğunu?"
İlk ay,birbirlerini anlamaları biraz güç oldu.

İkinci ay birbirleri hakkında birinci ay içinde öğrendikleri konularda anlaşabilmeleri çok kolaylaşmıştı...
Sandviç yapma işinin,çok az kimsenin vakit bulup derinlemesine araştırmasını yapabildiği sanatsal bir yönü vardı.
Garip günlerde yaşıyoruz!

Yaşadığımız yerler de öyle:herbiri kendimize ait bir evren içinde.Evrenlerimizi doldurduğumuz kişiler ise kendi evrenimizle kesişen bütün diğer evrenlerin gölgeleri.Bu sonu gelmez tekrarların,şaşkınlık verici karmaşıklığına bakıp da "Oh, selam Ed! Ne güzel yanmışsın.Carol nasıl?"diye sorabilmek,tüm bilinçli varlıkların geliştirmek zorunda oldukları bir eleyicilik yeteneği gerektirir.Bu,tıklım tıklım doldurdukları ve içinde yuvarlanıp gittikleri karmaşanın düşüncelerine dalıp gitmekten kendilerini kurtarabilmek için gereken bir yetenektir.Onun için bırakın çocuğunuz rahat bir nefes alsın, tamam mı?

Kısmen Çıldırmış Bir Evrende Ebeveynlik Pratiği'inden alıntıdır.

11 Mayıs 2009 Pazartesi

"insandan zaten ne beklenebilir ki?

yeryüzünün bütün nimetlerini başından aşağı dökün, onu gırtlagına kadar mutluluga batırın; öyle batırın ki, mutluluğun yüzeyine kabarcıklar yükselsin. ona, yatıp uyumaktan, bütün gün kurabiye yemekten ve insan soyunun devamını getirmekten başka bir sey yapmasına gerek kalmayacak parasal gelir saglayın...

iste bu insan, sırf nankörlüğünden ve rezillige olan egiliminden dolayı, size ayaküstü bir oyun oynayacaktır: bu olumlu ve akıllı davranışınızın içine, sırf kendi uğursuz ve başına beladan baska bir sey getirmeyecek hayalperest yanını sokacaktır. kurabiyeleri kaybetmeyi göze alacak, oraya buraya koca burnunu sokacak, hatta belki de en olmayacak belanın, en berbat ekonomik durumun başına gelmesini isteyecektir.

özellikle de hayallerinden, hayalperest saplantılarından ve o kalın kafalılığından asla vazgeçmek istemeyecektir."

dogru mudur? bence dogrudur. o zaman, noktadır.

F.M.D.
.....
uzun bir nehirdir satranç
kıvrak ve uzatarak boynunu
nice güneş batışını yerinde görmüş boynunu
oysa veba tarihçileri bilmemişlerdir
her karenin bir karşıveba girişimi olduğunu



göğe bezgin bakanların bir türlü öğrenemediği
bir oyundur satranç



evet ilk aşk gibi bir şeydir ilk açılış
artık dönüş yoktur
kuşku bağışlanmasa da
tedirginlik doğal sayılabilir
ancak


yürümenin dışında bütün eylemlerin adı
kaçış kaçış kaçıştır....

....

8 Mayıs 2009 Cuma

Galaksimizin haritası bile çizilmemiş ücra bir köşesinde, pek fazla bilinmeyen Batı Sarmalı kolunda gözden ırak, küçük, sarı bir güneş vardır. Bu güneşin yörüngesinde, aşağı yukarı doksaniki milyon mil uzaklıkta, pek göze batmayan yeşil-mavi bir gezegen vardır. Bu gezegende yaşayan maymundan türemiş yaşam biçimleri o kadar ilkeldirler ki, dijital saatlerin çok parlak bir buluş olduğunu düşünürler hala. Bu gezegenin şöyle bir derdi vardır – ya da daha doğrusu vardı- : üzerinde yaşayanların büyük bir bölümü yaşamlarının büyük bir bölümünde mutsuzdular. Bu soruna birçok çözüm önerildi, fakat çözümlerin çoğu küçük yeşil kağıt parçalarının hareketlerine ilişkindi. Bu da çok saçmaydı çünkü eninde sonunda mutsuz olan küçük kağıt parçaları değildi.

Böylece sorun varlığını sürdürdü; insanların çoğu rahatsızdı, bir çoğu da sefil, dijital saati olanlar bile.

Herşeyden önce, ağaçlardan inmekle büyük bir yanlış yaptıklarını düşünenlerin sayısı günden güne artıyordu. Bazıları ise aslında ağaçların bile kötü bir yer olduğunu, okyanusları terketmemiş olmaları gerektiğini söylüyorlardı.

Sonra, adamın birinin sadece değişiklik olsun diye, insanlara iyi davranmanın ne kadar hoş olabileceğini söylediği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık olarak ikibin yıl sonra, bir Perşembe günü, Rickmosworth’da küçük bir kafede yalnız başına oturan bir kız, birdenbire bütün bu zaman içinde ters giden şeyin ne olduğunu kavrayıverdi. Artık kız dünyanın nasıl iyi ve mutlu bir yer haline getirilebileceğini biliyordu. Bu kez doğruydu, bu çözüm işleyecek ve kimsenin bir yerlere çivilenmesi gerekmeyecekti.

Ama ne yazıktır ki, bir telefon bulup birilerine bundan sözedemeden korkunç, aptal bir felaket meydana geldi ve fikir sonsuza dek yitip gitti. Bu o kızın öyküsü değil.”